Depremler yıkıcı etkileri ile bilinse de doğal bir fenomendir ve aslında dünyanın jeolojik yaşam döngüsünün bir bileşenidir. Uzun yıllar boyunca yeryüzünde dağların, vadilerin ve diğer coğrafi şekillerin oluşmasına, yer yüzeyinin zaman içinde değişim geçirmesine sebep olabilirler.
Dünyanın dış tabakası olan yer kabuğu sürekli yer değiştiren ve hareket eden tektonik plakalardan oluşur. Manto adı verilen yeryüzünün derinliklerindeki erimiş kaya akışı, tektonik plakaların hareketlenmelerine sebep olurlar. Bu hareketler plakaların birbirlerinden uzaklaşması, birbirlerine doğru hareket etmesi veya birbirlerinin yanından kayması ile sonuçlanır.
İki plakanın birbirine göre hareketi basınç ve kesme gerilmelerinin plakalarda birikmesine neden olur. Biriken gerilmenin dayanımı aşması sonucunda enerji boşalır, uzun süre hareket edemeyen kilitli faylarda büyük yerdeğiştirmeler gözlenir. Enerji boşalımının yüzey ve cisim dalgaları ile yayılma durumu deprem olarak tanımlanır. Depremlerin meydana geldiği noktalar incelendiğinde büyük çoğunluğunun levha sınırlarında olduğunu görürüz.
Depremler dünyanın jeolojik yaşamının bir parçası olsa da potansiyel etkileri tanımlanamadığında insan yaşamında ciddi hasarlara sebep olabilen doğal afetlerdir. Arazi kullanımı, su yönetimi, altyapı ve nüfus yoğunluğundaki değişiklikler gibi faktörlerin yıkım potansiyeli olan bu doğal fenomen dikkate alınmadan yönetilmesi şiddet ve sonuçlarını dolaylı olarak etkileyebilir.
Depremin şiddet ve sonuçlarını başlıca etkileyen antropojenik etkiler:
Barınma, beslenme, sağlık, enerji, ulaşım, iletişim gibi en temel ihtiyaçlarımızdan başlayarak tüm üretim ve tüketim modellerinde döngüsel ekonomiyi esas alan adil, şeffaf, sürdürülebilir, doğa dostu bir dönüşüme ihtiyacımız var.
Aşağıdaki kavramlar akut evrede yaşanan sorunları değerlendirirken sürdürülebilir afet yönetimi için hayati önem taşımaktadır:
Bilimsel Temelli Planlama: Deprem araştırma ve hazırlık çalışmaları, geçmiş depremlere ilişkin verilerin analiz edilmesi, sismik aktivitenin gerçek zamanlı olarak izlenmesi ve gelecekte meydana gelebilecek depremlerin tahmin edilebilmesi için modeller geliştirilmesi gibi bilimsel metodları kapsar ve bu amaçla jeologlar, sismologlar ve diğer bilim insanları kolektif bir çalışma gerçekleştirirler.
Bilimsel temelli zarar azaltmaya yönelik geliştirilen bazı metodlar şunlardır:
Kaynak Optimizasyonu: Afet yönetimi planlaması çerçevesinde organize bir şekilde yapılmayan bağışlar ve yatırımlar, afet sonrasında zararla sonuçlanır. Bu nedenle ihtiyaç, tehlike ve hasar analizi ile birlikte risklerin belirlenmesi, değerlendirilmesi ve yönetilmesi sürdürülebilir afet sonrası stratejisinin önemli bir bileşenidir. Kaynakları panik halinde afet sırasında ve sonrasında kullanmak yerine afetler meydana gelmeden önce kaynak kullanım planlaması yapmayı ve riskler ile mağduriyeti azaltmayı kapsayan bir yaklaşım geliştirilmesi gereklidir. Bu yaklaşım sürdürülebilir ve sürekli iyileştirilebilir olmalıdır.
Çevresel, Sosyal ve Yönetişim Odaklılık: Afet senaryolarına göre işlevselliği test edilmiş uygun yönetişim yapıları oluşturulmalı ve yapılanma süreçlerinde çevresel ve sosyal faktörler göz önünde bulundurulmalıdır.
Afet Farkındalığı Yaratmak: Kurum ve kuruluşun yapısal işlevselliğinin yanı sıra zararların en aza indirilmesi için bağımsız bireylerin de afet farkındalığı oluşturulmalıdır.
Yetkin / Eğitimli İş Gücü: Arama kurtarma, afet yönetimi ve koordinasyonda görev alan tüm personel düzenli olarak ilgili eğitimleri almalıdır.
Süreç Yönetimi ve Koordinasyon: Kaynak, zaman ve işgücü kayıplarını önlemek için ilgili kurum ve kuruluşların, sahada aktif olarak yer alacak paydaşlar ve sahaya yönlendirilecek yardımların tüm süreç ve koordinasyonları sahanın ihtiyaçlarına göre sistematik olarak tasarlanmalı ve yönlendirilmelidir.
İletişim: Doğru, net ve düzenli bilgi akışı sağlanmalıdır. İletişim kanallarının afetlerden etkilenmemesi için gerekli olan kritik altyapı onarımları ve yatırımları tamamlanmalıdır.
Etki Odaklı Hayırseverlik Modellerinin Geliştirilmesi: Etki odaklı eylem ve eylem odaklı farkındalık yaratmak için paydaşların sadece finansal kaynak sağlamak yerine bilgi, beceri, sosyal ve iş ağları ile iş güçlerini ölçülebilir etki yaratacak modellerde doğru, net ve düzenli bilgi akışı içerisinde efektif bir şekilde kullanmaları gerekmektedir.
ESG, Çevresel, Sosyal ve Yönetişim anlamına gelir ve sürdürülebilirlik ve etik uygulamalarını değerlendirmek için kullanılan bir çerçevedir. Deprem sonuçlarında antropojen etkiler, zarar azaltma stratejileri ve ESG çerçevesi blog yazısının Sürdürülebilir afet yönetimi ve zarar azaltma stratejileri bölümü ESG çerçevesinin Çevresel boyutuna girmektedir.
Depremden etkilenen bölgeler öncelikli olarak yeniden inşa edilmeli ve diğer afetlere hazırlanmalıdır. Bu da ancak yeni, akılcı, bilime dayalı, kurallı, şeffaf, etik ve dürüst sistemlerle başarılabilir. Bunu yaparken öncelikle depremin sebep olduğu hasarın ekonomik, sosyal, çevresel ve yönetişim boyutları değerlendirilmelidir.
Doğal afetler kısa vadede istihdam, büyüme ve enflasyon üzerinde olumsuz ekonomik etkilere neden olur. Ayrıca mülkiyet, kalkınma ve büyümeyi azaltmak gibi uzun vadeli olumsuz etkileri de vardır.
Depremler fiziksel hasarlara neden oldukları kadar toplumların sosyal açıdan düzeni ve rutini bozan hasarlar almasına yol açarlar ve afet sonrası toplumsal işbirliği ve dayanışmanın yeniden onarılması bu sürecin önemli bir parçasıdır.
Şehirlerin sosyolojik ve kültürel ekosistemini korumayı ve yerlilerin bölgeden göç etmesini engellemeyi hedefleyen sürdürülebilir kalkınma modelleri geliştirilmesi ve yeniden yapılandırılması oldukça önemlidir. Bölgede konut yapımına hızla başlamak yerine, şehir ve bölge planlamasının ekolojik, jeolojik, sosyolojik ve mimari açılardan dikkate alınmış multidisipliner ve kapsayıcı bir yaklaşımla başlanması gerekmektedir. Bu amaçla devlet, STK'lar ve özel sektör temsilcileri kalıcı refahın sağlanması için bir eylem planı oluşturmalıdır. Ayrıca deprem bölgesinde evlerini kaybeden ailelerin sağlık, eğitim ve psikolojik destek ihtiyaçlarının giderilmesi öncelikli konular arasında yer almaktadır.
Deprem sonrası meydana gelen enkaz yığınlarında insan sağlığı ile endemik bitki ve hayvan türlerini kapsayan yerel ekosistem için birçok zararlı madde bulunmaktadır. Yapı inşaatlarında kullanılan yalıtım malzemelerindeki kimyasal maddeler, sağlığa zararlı plastik türevleri ve asbest bunların en önemlileri arasındadır. Biyoçeşitliliğin korunması için oluşan enkaz atıklarının yönetimi konusunda karar alınırken aşağıdaki hususlara dikkat edilmelidir:
Su Kaynakları: Yeraltı altyapısı önemli ölçüde zarar görmüş olan şehirlerde atık su ve içme suyu altyapısının zarar görmesi ile kanalizasyon sularının içme suyuna karışması ve bölgedeki toprak katmanlarının karışması da yeraltı su kaynaklarının kirlenmesine yol açabilir.
Atık Bertarafı: Afet bölgesinde elektrik kesintileri nedeniyle gıdaların bozulması, su temininin plastik şişelerle yapılması ve gıda dağıtım faaliyetlerinin hijyen koşulları nedeniyle tek kullanımlık köpük, kağıt ve plastikler ile gerçekleşmesi gibi etmenler hem organik hem de ambalaj atıklarının birikimine sebep olur. Atık bertarafı konusunda gereken önlemler alınmazsa, toprak ve ardından yeraltı suyu kirliliği ile çevresel tahribata sebep olunabilir.
Geri Dönüşüm / Döngüsel Ekonomi: Yıkım nedeniyle ortaya çıkacak enkazla ilgili bir diğer önemli konu ise ortaya çıkan kalıntıların doğru ayrıştırılması ve geri dönüşümünün planlanmasıdır.
Deprem sonrası oluşabilecek panik ve kaos, planlama stratejileri, koordinasyon ve iletişim gibi konular, insan yaşamı için kritik olan kurum ve kuruluşların yapısal olarak afete ne kadar hazır ve işlevsel oldukları konusunda ipuçları verir.
Bu kuruluşların temellerinde derin bir yapısal bozukluk olması, kurtarma ve iyileştirme süreçlerinde aksamalara yol açarak yardımların ulaşmasını engeller ve toplum için yıpratıcı bir süreç başlar.Yapısal yoksunluğu gidermek için bağımsız bireyler tarafından gerçekleştirilmeye çalışılabilecek sahadaki yardım çalışmaları ve yardım kampanyaları koordinasyonu zorlaştırabilir ve önemli ölçüde emek, zaman ve kaynak israfı yaşanır.
Bu tür hayati tehlikeye sebep olabilecek aksaklıkların ortadan kalkması amacıyla tüm kurum ve kuruluşların yetki ve sorumlulukları belirlenmelidir ve potansiyel depremlere ve sonrasına hızlı, etkili ve organize bir şekilde müdahale edebilecek bilgi ve donanımları kazanmaları sağlanmalıdır.
Kısacası, ortak akla ve yeni bir düşünce ve eylem stratejisine ihtiyacımız var. Her birimiz için aktif vatandaş olma zamanı. Bu; sokaklarımızda, mahallelerimizde ve şehirlerimizde yaşanan her olayın takipçisi, ortağı ve paydaşı olduğumuzun bilincinde olmak demektir. Ayrıca, insanlık ve sebep oldukları doğrudan deprem fenomeninin gerçekleşmesinde rol oynamasa da, arazi kullanımı, su yönetimi, altyapı ve nüfus yoğunluğundaki değişiklikler yoluyla bırakacağı hasarın şiddetini dolaylı olarak etkileyebilir. Yerkabuğu ve onun nasıl işlediği hakkında daha fazla bilgi edinmek, dünyanın yapısını ve zaman içinde nasıl değiştiğini daha iyi anlamak bu gerçeklik ile nasıl yaşayacağımızı öğrenme konusunda aydınlatıcı olabilir.