Paydaş kapitalizmi şirketlerin yalnızca kâra odaklanmak yerine çalışanlarının, müşterilerinin, yerel topluluklarının, yani paydaşlarının da çıkarlarını korumaya çalıştığı bir sistemdir. Kavram, Milton Friedman'ın 1970'lerde savunduğu hissedar kapitalizmi kavramına bir karşı çıkış olarak ortaya atılmıştır. Hissedar kapitalizmi sisteminde şirketlerin bir numaralı amacı, şirket sahipleri için kârı maksimize etmektir ve çoğu bireyin hissedar kapitalizmi sempatisi burada sona erer. Şirketlerin tek odak noktasının kâr olduğu bir sistem, kolaylıkla kurumsal açgözlülüğün kızgınlığına yol açabilir.
Elbette, bu sistem finansal bir zenginlik yaratarak bazılarını harcayabileceklerinin ötesinde zenginleştirmiştir. Ancak bu zenginlik kasırgası dünyanın kaynaklarının yağmalanmasına neden olarak arkasında yeniden inşa etmemiz gereken bir yıkım da bırakmıştır. İşçilerin düşük ücretler ile çok çalıştırılmasına ve fakat yoksulluk içinde kalmalarına neden olup insanlığın en kötü özelliklerini ortaya çıkarmıştır. Yani tipik bir kapitalizm modeli -tüccarlardan dev şirketlere evrilen, şehirler inşa eden, insanı aya gönderen ve aynı zamanda savaşlar çıkaran, kaynakları tüketen ve insanları arkasında bırakan - hissedarların lehinedir. Bu sebeple şirketler, itibarlarını kurtarmak için de olsa, başka bir yol daha olduğu gerçeğini keşfettiler ve paydaş kapitalizmi terimini savunmaya başladılar.
Paydaş kapitalizmi, mentalitenin kârdan diğer performans alanlarıyla dengelenmesine doğru değiştirilmesidir. Hissedar kapitalizmi sisteminde şirketlerin finansal hedefleri önceliği paydaş kapitalizmi için tabii ki hala önemlidir. Fakat bunların dışındaki parametreler de dikkate alınır.
Paydaş kapitalizmi çalışan memnuniyetine, karbon ayak izine, şirket hakkındaki dış görüşlere bakarak şirketlerin gezegen üzerinde bıraktıkları izleri tanımalarına ve işleriyle ekosisteme zarar vermediklerinden emin olmalarına olanak tanır. Aynı zamanda şirketlerin etki alanlarına giren herkesi (hammadde sağlayan lokal pazarcılarından çalışanlarına ve müşterilerine kadar) hesaba katarak adımlar atmalarını, stratejiler belirlemelerini sağlar. Hatta sebep olabilecekleri gürültüden, kirlilikten, çeşitli olumsuzluklardan etkilenen yerel sakinlere kadar herkes dikkate alınır. Bu, şirketlerin toplumsal faydaya daha fazla katkıda bulunmaları anlamına gelir. Paydaş kapitalizmi madalyonun her iki yüzünü de sunar ve şirketler bir taraftan kâr elde ederlerken diğer tarafta insanlığa ve gezegene karşı sorumluluklarını ihmal etmezler.
Pek çok şirket artık karbon nötr olma hedeflerini kamuoyuna açıklıyor. Bazı insanlar bunun şirketler açısından politik bir duruş anlamına geldiğini düşünebilir. Ben de bunun sadece stratejik bir markalaşma kararı ve reklam kampanyası olduğunu düşünüyorum. Çünkü çevreci bir duruş her zaman iyi bir halkla ilişkiler reçetesi olmuştur. Bir şirket çevreci bir kimlik ile halkla ilişkiler zaferini kazanabilir ve böylece bir sonraki enerji faturasını düşürmek için vergi indirimi alabilir. Bu becerikli bir stratejidir, fedakarlık değil.
Peki, saf bir çevre bilinci ile yapılmamış olmasına rağmen çıktı pozitif ise şirketlerin bunu yapmaları neden kötü olsun? Özveri ile motive olmamak sonucu kötü yapmaz. Bahsedilenlerin arka planında ne olursa olsun kulağa hoş geliyor, değil mi?
Şirketler soluduğumuz havayı kirletmediklerinden emin olmayı istiyorlar. Bunu kabul edebiliriz. Ya da fiyatları önemli ölçüde yükseltmeden çalışanlarının ücretlerini artırıyor. Bunu da kabul edebiliriz.
Çoğu insanın farkına varmadığı paydaş kapitalizminin ana sorunu, şirketlerin ‘iyilikseverliği’ sayesinde küçük işletmelerin rekabet etmesini imkansız hale getirmeleridir. Bu, bağımsız ve lokal dükkanınız yerine onlardan satın alma konusunda kendinizi daha iyi hissetmeniz anlamına gelir. Bir örnek olarak Starbucks'ın kağıt pipet uygulaması düşünülebilir. Bu dev şirket, ürün fiyatını büyük ölçüde değiştirmeden bu maliyeti müşterilerine kolayca yansıtabilir. Küçük bir işletme için her satıştaki fiyat farkı, devam etmek ve iflas etmek arasındaki fark olabilir.
Paydaş kapitalizminin diğer yönünden bahsetmemin tek nedeni, işin içinde hala bir miktar hissedar kapitalizmi olabileceği gerçeğini ortaya koymaktır. Hissedar kapitalizmi sadece daha masum bir şekilde paketlenip önümüze koyuluyor da olabilir. Çünkü büyük şirketler hala devasa zenginliklerin peşinde. Sadece, para kaynağı olan zamanlarının bir kısmını bu tür stratejilere ayırmaya daha sıcak bakıyorlar.
Yine de, paydaş kapitalizminin yararının zararından daha ağır basıp basmayacağı konusu tamamen bir bakış açısı meselesidir. Her paydaşı gözetip, lokal pazarların da hayatta kalmasını sağlamak başlı başına zor bir egzersizdir ve bu denklemden herhangi bir değişkeni gözden çıkarmak o grup için yıkıma neden olabilir. Bu sebeple nesnel olarak samimiyet içeren paydaş kapitalizmine ulaşmak zordur. Ancak sahip olmaya değer hiçbir şey kolay değildir.
İş dünyası ve ekonomik modellemedeki bu yenilik hareketi, sürdürülebilirlik uygulamalarının da ötesinde yeni amaçlara ve kültüre uyum sağlayacak liderlik ve yönetim biçimlerine ihtiyacın doğmasına sebep olmuştur. Geleneksel liderlik ve yönetim biçimleri çok parametreli ve iç içe problemlerin çözümleri ile başa çıkmak için doğru strateji ve mentaliteden yoksundur ve yeni düzen bu problemlerin ele alınması için yeni bir yaklaşıma ihtiyaç duyar. Yani paydaş kapitalizmi yeni bir liderlik kavramı gerektirmektedir. Çünkü şirketlerin faaliyet gösterme biçiminde bir değişim söz konusu ise bu şirketleri yöneten liderlerden de aynı değişim beklenir.
Bu kapsamda, şirketleri paydaş kapitalizmine geçişlerinde desteklemek ve onlara bu süreçte doğru stratejiler ile rehberlik etmek amacıyla, daha karmaşık ve birbirine bağımlı iş ortamında yollarını bulmalarına yardımcı olabilecek bir liderlik kavramına ihtiyaç duyulmuştur. Bu yeni liderlik kavramı, sistemin parçalarında yapılan değişikliklerin bütünü nasıl etkilediğini anlama becerisine ve sistemik düşünceyi destekleyen becerilere olan ihtiyacı karşılamalıdır. Yani karmaşıklığı yönetebilmeli ve bu karmaşık konuları analiz etme, sentezleme ve tercüme etme; risk, belirsizlik ve ikilemlere yanıt verme; fırsatları tanıma ve değerlendirme ve sorunları veya çatışmaları çözme yetkinliklerine sahip olmalıdır. Bu noktada rejeneratif liderlik kavramı ortaya çıkmıştır.
Rejeneratif liderlik kavramı geleneksel liderlik çizgisinin ötesine geçerek olumlu bir değişime sebep olmayı, sistemleri ve toplum düzenini yeniden şekillendirmeyi ifade eder. İş dünyasına yönelik pozitif değişim ve büyümeye odaklanırken aynı zamanda tüm paydaşlar ve çevre gözetilir. Daha kapsayıcı ve onarıcı bir yaklaşımı hedefler. Etik eylemlere ve uzun vadeli sürdürülebilirliğe öncelik verir. Lider kimliğinin bu değişimi, şirketler açısından eylemleri konusunda daha sorumlu ve hesap verebilir olmaları ve iş dünyasında daha sürdürülebilir ve onarıcı bir yaklaşım tutum sergilemeleri açısından teşvik edicidir.
Rejenerasyon devriminde ekonomik modellemenin içinde bulunduğumuz toplumu ve çevreyi sömürmesi yerine refahı sağladığı bir dünya düzeni için seçim ve eylemlerimizin farkında olmalıyız. Paydaş kapitalizminde aktif ve faydalar sağlayan bir birey olmak tüm paydaşlar, çevre ve kendimiz için davranışlarımızı değerlerimiz ile uyumlu hale getirmeyi gerekli kılar. Sosyal ve iş hayatlarımızda bilinçli tüketiciler olarak hareket edebilir ve hükümetlerin şeffaflık ve sosyal sorumluluğa öncelik veren rejeneratif liderlik politikalarını destekleyebiliriz. Bireysel olarak rejeneratif liderlik, paydaş kapitalizmi ve sürdürülebilir yaşam gibi konularda kendimizi eğitmek, bu konularda başkalarıyla işbirliği yapmak ve bağ kurmak daha yenileyici ve eşitlikçi bir dünya yaratmak için bireysel adımlarımızı oluşturabilir.
Kısaca kendimizi de yenilememiz gerekir. Bu kısmen, Mahatma Gandhi'nin dediği gibi "dünyada görmek istediğiniz değişim olmak" ile ilgilidir. Ancak bunun da ötesinde dünyayı iyileştirme işini sürdürmek için ihtiyaç duyduğumuz perspektife, tutkuya, ilhama, enerji ve desteğe, hayal gücüne sahip olmamızı sağlamakla ilgilidir.